Prof. Dr. Nevzat Tarhan:
“Batı kültürünü yüksek, kendi kültürümüzü aşağı görmek milli mücadeleye ihanettir.”
Eğer Kurtuluş Savaşını doğru anlamazsak, aynı hatalara tekrar düşebileceğimize işaret eden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eskiden düşman belliydi, ama şimdi içimizde ve bizi kültürel olarak çürüterek, kendine benzeterek yok ediyor. Batı kültürünü yüksek, kendi kültürümüzü aşağı görmek sürü psikolojisidir ve bu milli mücadeleye ihanettir. Kuvayı Milliye’ye ihanettir. Kuvayı Milliye’yi hiç anlamamaktır.” dedi.
Cesaretin, tehlikeye karşı körü körüne atılmak değil, aklı kullanarak harekete geçmek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu bağlamda, cesur olmalıyız, ama aklımızla hareket etmeliyiz.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kahramanlık ve Ulusal Mücadelenin Çocuk Gelişimindeki Yeri ve Topluma Etkileri” konusunu ele aldı.
Cumhuriyeti kuran paşaların hepsi Osmanlı paşalarıydı…
Sözlerine “Keşke Kurtuluş Savaşı’na gerek kalmasaydı. Çünkü her kurtuluş, arkasında bir yıkım, küllerin oluşması ve yeniden doğma sürecini getirir. Sadece bir kurtuluş hikayesine odaklanmak, tarihin tekerrür etmesine yol açabilir. Olayları daha geniş bir perspektiften değerlendirmeliyiz.” diye başlayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kurtuluş Savaşı’na giden süreçte neler yaşandı? Bu süreçten hangi dersleri çıkardık? Bu, bizim geçmişimiz; artıları ve eksileriyle atalarımızın, babalarımızın değerlerinin bir parçası. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyeti kuran paşaların hepsi Osmanlı paşalarıydı ve aldıkları eğitimle bu başarıyı elde ettiler. Eğer Kurtuluş Savaşı’nı doğru anlamazsak, aynı hatalara tekrar düşebiliriz. Bu savaşı sadece bir kahramanlık destanı olarak görmek, çocuklarımızı yanıltır. Asıl mesele, ülkenin neden bu savaşa mecbur kaldığını, hangi değerlerimizi kaybettiğimizi ve hangi çürümeleri yaşadığımızı anlamaktır. Aynı hataların tekrarlanmaması için milli idealler ve ülküler belirlemeliyiz. Bir gemi limandan çıktığında nereye gideceğini bilmezse, rüzgar onu savurur. Aynı şekilde, bir toplumun da yüksek ideallerle yönlendirilmesi gerekir.” dedi.
Eskiden düşman belliydi, şimdi içimizde… Bizi kendine benzeterek yok ediyor.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer güçlerin ortaya çıkmasıyla büyük savaşlar zorlaştığını, bu dönemde en etkili savaşın, psikolojik savaş olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özellikle orta ve uzun vadede kültürel ve psikolojik savaş söz konusu. Kendi kültürünü ihraç ederek diğer kültürleri sindirmek, gönüllü bir emperyalizm türüdür ve şu anda bu, kültürel savaş şeklinde kendini gösteriyor. Hollywood merkezli dünyadaki kültürel değişim de bunun bir parçasıdır. Günümüzde milli Kurtuluş Savaşı’nın şekli, rengi ve sembolleri değişti. Yeni kahramanlıklar ortaya çıkarmak ve bunlarla övünmek önemli; ancak asıl düşman artık görünmez. Eskiden düşman belliydi, ama şimdi içimizde ve bizi kültürel olarak çürüterek, kendine benzeterek yok ediyor. Günümüzün küresel sermaye ve güçleri de kültürel savaş yoluyla benzer bir strateji izliyor. Çocuklarımıza modern tehditleri de öğretmeliyiz. Sosyal medyanın tehlikelerinden korunmak ve kimliğimizi kaybetmeden modernleşmek önemlidir. Aksi takdirde, başkasının kölesi oluruz. Batı kültürünü yüksek, kendi kültürümüzü aşağı görmek sürü psikolojisidir ve bu, milli mücadeleye ihanettir. Kuvayı Milliye’ye ihanettir. Kuvayı Milliye’yi hiç anlamamaktır.” diye konuştu.
Kurtuluş Savaşı, tüm mazlum ve mağdur halkların mücadelesine örnek oldu
Kuva-i Milliye’nin başlangıcında oluşan ruha işaret eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kurtuluş Savaşı, sadece Türkiye’nin değil, tüm mazlum ve mağdur halkların mücadelesine örnek olmuş; Che Guevara gibi isimlere ilham kaynağı olmuştur. Bu savaş, dünya genelinde bağımsızlık mücadelelerine ışık tutmuştur.” şeklinde konuştu.
Kendi kültürümüzü değiştirdiğimizde, bizi yenmek isteyenlerin tuzağına düşmüş oluruz…
Küresel düzeyde var olabilmek için yerel kültürün korunması gerektiğine de vurgu yapan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kendi kültürümüzü değiştirdiğimizde, bizi yenmek isteyenlerin tuzağına düşmüş oluruz. Bu yüzden çocuklarımıza kahramanlık öğretirken, cihangirlikten ziyade, ülke için fedakârlık yapmanın önemini vurgulamalıyız. Kahramanlık, kötülerle mücadele etmek, zalimlere boyun eğmemek ve ihtiyaç duyan herkese yardım etmekle tanımlanır. Dede Korkut, Köroğlu gibi kahramanlar bu özellikleriyle öne çıkar. İslam’dan önce kahramanlık cihangirlik olarak görülürken, İslam’dan sonra dava kutsallaştırılmış ve İslam’ın yüceltilmesi amacı ön plana çıkmıştır. Osmanlı da bu ideali benimsemiştir. Kahramanlık, kişilerin kutsallaştırılmasından çok, bir davanın yüceltilmesi şeklinde devam etmiştir. Osmanlı’nın ülküsü buydu. Bu ülküyle devleti ayakta tutabilmişler. Bu ülküden vazgeçildiği an, çökme ve çürüme başladı.” dedi.
Çocuklarımıza ahlaki çöküşe karşı da bilinç kazandırmalıyız
Osmanlı’nın son döneminde, özellikle Meşrutiyet öncesi dönemde, yargı sisteminin ciddi adaletsizliklerle dolu olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yargılamalar gizli, soruşturmalar ise açıktı, bu da hukukun zayıflamasına ve adaletin kaybolmasına yol açtı. Osmanlı’nın çöküşünün temelinde sömürgecilik değil, kuruluş ilkelerinden sapma ve ahlaki çürüme yatmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Yahya Efendi’nin Kanuni’ye yazdığı “Neme lazım” uyarısı, devletin gücüne rağmen yolsuzluk, hukuksuzluk, zulüm ve yoksulluğun yayılması durumunda Devlet-i Aliye’nin kötü bir akıbetle karşılaşacağını belirtmiştir. Bu mektup, devletin ahlaki çöküşünün tehlikelerini özetler niteliktedir ve günümüzde Topkapı Sarayı’nda bulunmaktadır. Bu nedenle, çocuklarımıza sadece kahramanlık öğretmekle kalmayıp, ahlaki çöküşe karşı da bilinç kazandırmalıyız. Osmanlı’nın son döneminde yaşanan bu çürüme, gelecekte de benzer sonuçlar doğurabilir.” diye konuştu.
Cesaret, aklı kullanarak harekete geçmektir
Cesaretin, tehlikeye karşı körü körüne atılmak değil, aklı kullanarak harekete geçmek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu bağlamda, cesur olmalıyız, ama aklımızla hareket etmeliyiz. Örneğin, Kurtuluş Savaşı’nda Afyon’daki savaş planı hazırlanırken, Mustafa Kemal Atatürk’ün hocalarından biri bu planla savaşı kazanabileceklerini, ancak kaybetme ihtimalinin de yüksek olduğunu söyler. “Eğer savaşı kaybedersek, kellemiz gider,” der. Mustafa Kemal ise, “Merak etme, giderse benim kellem gider. Meclis bizim kellelerimizi alır,” diyerek kararlılığını gösterir. Bu, gerçek cesarettir. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin planı tartışılırken, Mustafa Kemal, atlıların geçemeyeceği yollardan yayalarla ilerleyip Yunanlıları arkadan vurma stratejisini geliştirir. Bu savaş, tek bir kişinin başarısı olarak görülmemelidir. Askerlikte bir başarı varsa, o tüm taburun başarısıdır; başarısızlık ise taburun komutanınındır. Kurtuluş Savaşı da bütün milletin başarısıdır. Anadolu’da iki sandalyesi olan birinin birini satması bağışlaması gibi fedakarlıklar bu zaferi mümkün kılmıştır. Bu nedenle, Kurtuluş Savaşı’nın bütün milletin başarısı olduğunu doğru anlatmak gerekir. Aksi takdirde, Doğu kültürünün bir kurtarıcı çıkarma ve her şeyi tek bir kişiye yıkma eğilimi, bu başarıyı yanlış yansıtabilir. Bu tehlikeye karşı dikkatli olmalıyız.”