Gaziantep Üniversitesi’nde psikolojinin akademik hayata etkilerinin ele alındığı “Hayat Tercihtir” söyleşisi gerçekleştiren Prof. Dr. Tarhan, “Sınavlar da hayattaki geliştiren streslerdir. Bu nedenle hesaplanabilir risklere girmek iyidir. Riske girmeyen bir kimse hiçbir şey öğrenemez. Hayat risktir, yaşamak risktir.” dedi.
Hatadan korkmamak gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Hata yapacaksınız. Hayatta başarı mücadele sonunda oluyor. Zoru atlatan kişilere bakıyorsunuz, o yaşadığı zorluklar karşısında esneklik gösterebilirse bir şeyler öğreniyor, bir şeyler elde edebiliyor. Sınavdan korkmayalım, sınava karşı yanlış anlam yüklemekten korkalım.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Gaziantep İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği programa katıldı. Gaziantep Üniversitesi – Mavera Kongre ve Sanat Merkezi’nde Şaban Özdemir moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Hayat Tercihtir” başlıklı söyleşide psikolojinin akademik hayata etkileri ele alındı.
Tehdit olarak algılanan sınav, stresi artırıyor…
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, günümüzde sınavın, ona yüklediğimiz anlam doğrultusunda ya stres kaynağına ya da gelişim fırsatına dönüştüğünü ifade ederek, “Eğer sınava doğru bir anlam yüklersek, onu gelişimimizi destekleyen bir unsur olarak görürüz. Ancak sınavı bir tehdit olarak algılarsak, bu durum stres seviyemizi artırır. Üniversite sınavları ya da üniversite öğrencilerinin sınavları bu açıdan önemli örneklerdir. Hayatta da benzer şekilde, doğduğumuz andan itibaren yaptığımız her tercih bir sınav gibidir. Hayat, aslında seçimlerimizin toplamından oluşur. Sınavlar, uykumuzu kaçıran birer engel yerine, hayat yolculuğunda gelişim fırsatları olarak görülmelidir.” dedi.
Psikoloji bile artık ‘hesaplamalı psikoloji’ haline geldi…
Yaklaşık 2 bin öğrencinin katıldığı programda Matematik öğrenmenin önemine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Son yıllarda nörobilimdeki gelişmeler, matematiğin temel bir bilim olduğunu daha net bir şekilde ortaya koydu. İlginçtir ki matematiğin bir Nobel ödülü yok, ancak tüm bilimlerin temelinde matematik yatıyor. Fizik, kimya, biyoloji gibi her alanda matematiksel hesaplamalar önemli bir yer tutuyor. Hatta psikoloji bile artık ‘hesaplamalı psikoloji’ haline geldi. Kuantum fiziğinden sonra pek çok bilim dalı, hesaplamalı bir boyuta taşınabilir hale geldi. Matematik öğrenmek, beynimizdeki sinir ağlarını geliştiriyor. Matematikle uğraşırken sebep-sonuç ilişkileri kuruyor, sıralama ve bağlantısallık üzerine çalışıyoruz. Beyin, bölgeleri arasındaki bağlantılarla çalışan bir organ.” diye konuştu.
Matematiği sevmeye çalışın!
Matematik öğrenmenin Alzheimer gibi hastalıklara karşı koruyucu bir etkisinin olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Faydasını düşünerek çalışırsanız matematik sıkmaz sizi… Uzun vadeli düşünerek matematiği sevmeye çalışın. İnsanın sevgi ve nefreti değişkendir. İnsan çok nefret ettiği birisini sevebilir, sevdiği birisinden nefret edebilir. Matematiğin temellerini atalarımız bulmuş. Biz daha sonra ihmal etmişiz.” şeklinde konuştu.
Süreç odaklı düşünürseniz, stres yönetilebilir hale gelir
Yabancı dil öğrenmenin de insanı sıkabildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Dil öğrenmek zor olabilir, ancak kişi ‘Bu dil bana neden lazım?’ sorusunu sorup, bu soruya net bir yanıt bulduğunda çalışmaya motive olabilir. Aynı durum sınavlar için de geçerli. Sınavda zorlandığınızda, sonucu düşünmek stresinizi artırır. Ancak süreç odaklı düşünürseniz, stres yönetilebilir hale gelir. Bu sınava hazırlanmak için günde iki saat çalışmam ve 100 test çözmem gerekiyor gibi bir yaklaşım benimsenirse, kontrol edilebilen bir plana odaklanılır. Sonuç ise genellikle kontrolümüz dışında olduğundan, ona takılmak kaygıyı artırır. Başarı, doğrudan kontrol edemeyeceğimiz bir şeydir; ancak başarıya giden yolda bir plan yapmak ve bu plana sadık kalmak bizim elimizdedir. Bu nedenle, kaygıyı artıran düşüncelerden ziyade, süreci kontrol etmeye odaklanmak daha sağlıklıdır.” dedi.
Hayat risktir, yaşamak risktir!
Stres yönetiminde üç farklı yaklaşım görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Bazı kişiler hep yakınmacıdır, hep şikayet ederler. Hep ağlarlar. Her zaman bir şeyi şikayet ederler. Bunlar sünger gibi bütün her şeyi çekerler içine, çökerler. Depresif olurlar kolayca. Bazı kişiler umursamazdır, gamsızdır. Ben merkezcidir. Onlara teflon tipi diyoruz. Kendisi yanmaz ama temas edenleri yakar. O tipler rahat gözüküyorlar ama yalnız kalırlar uzun vadede, kaybederler. Ellerindeki gücü, imkanı kaybettikleri zaman sevilmezler genellikle. Bir de kauçuk tipler var. Esnerler tekrar eski haline gelirler. Yani stres yaşadığın olaydan bir şey öğreneceksin, tekrar eski haline geleceksin. Sınavlar da hayattaki geliştiren streslerdir. Bu nedenle hesaplanabilir risklere girmek iyidir. Riske girmeyen bir kimse hiçbir şey öğrenemez. Hayat risktir, yaşamak risktir.”
Sınava karşı yanlış anlam yüklemekten korkalım!
Hayatta herkesin hata yapabileceğini dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Hatadan korkmamak gerekiyor. Hata yapacaksınız. Hayatta başarı mücadele sonunda oluyor. Zoru atlatan kişilere bakıyorsunuz, o yaşadığı zorluklar karşısında esneklik gösterebilirse bir şeyler öğreniyor, bir şeyler elde edebiliyor. Sınavdan korkmayalım, sınava karşı yanlış anlam yüklemekten korkalım.” ifadesinde bulundu.
Psikolojik sağlamlıkta duygusal zeka becerilerini geliştirmek gerekiyor
Psikolojik sağlamlık konusuna da değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Psikolojik sağlamlığın yürütülebilmesi için duygusal zeka becerilerini geliştirmek gerekiyor. Duygusal zeka becerilerinin beş ayağı olan PERMA modeli var. Psikolojik sağlamlık eğitiminde kullandığımız bir metot bu. Birincisi Pozitif Emotion diye geçiyor. Pozitif duygudur. Olayların hem negatif hem de pozitif yönlerini görmek gerekir. Ancak odak noktamız pozitif olmalıdır. Pozitif bir bakış açısına sahip olan kişiler, olaylarda daha dengeli tepkiler verir ve stresi daha iyi yönetir. Olayları hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle değerlendirebilmek, hata payını azaltır ve daha sağlıklı bir şekilde ilerlemeyi sağlar.” Diye konuştu.
Sevdiğiniz bir işi yapmanız, verimliliğinizi artırır…
PERMA modelinin ikinci unsurunun Engagement yani “angajman” ya da “akış” durumu olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Bu, kişinin sevdiği bir işe kendini tamamen kaptırması, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemesi anlamına gelir. Bir konuya bu şekilde odaklanabiliyorsanız, PERMA modelinin ikinci basamağını başarıyla tamamlamışsınız demektir. Akış durumunda, kişi yaptığı işi severek ve tutkuyla gerçekleştirdiği için çalışmak bir yük gibi gelmez. Gerçekten angaje olup sevdiğiniz bir işi yapmanız, hem verimliliğinizi artırır hem de işten keyif almanızı sağlar.” dedi.
Hayatta bir anlam ve amaç peşinde koşan kişiler, psikolojik sağlamlıklarını güçlendirirler
PERMA modelinin üçüncü unsurunun da Relationship yani “ilişkiler” olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Sosyal ilişkileri güçlü olan, sosyal bir ağın parçası haline gelen ve insanlarla pozitif iletişim kurabilen kişiler, psikolojik sağlamlık kazanırlar. Bu bireyler, zorluklarla daha kolay başa çıkabilir. Ancak bazı kişiler, sosyal ilişkilerinde kırılgan olabilirler. Sağlıklı ilişki kurabilmek üçüncü ayak. PERMA modelinin dördüncü unsuru Meaning, yani “anlam”dır. Hayatta bir anlam ve amaç peşinde koşan kişiler, psikolojik sağlamlıklarını güçlendirirler. Bunu, bir geminin limandan çıkışına benzetebiliriz. Eğer geminin gideceği hedef belli değilse rüzgâr onu sağa sola savurur. Ancak hedef belirliyse rüzgâr, kaptanın işini kolaylaştırır.” şeklinde konuştu.
Bireyin kendini aşması…
Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi’ne atıfta bulunan Prof. Dr. Tarhan, “Maslow’un piramidi, insanın mutluluğa ulaşabilmesi için temel ihtiyaçlarının sırasıyla karşılanması gerektiğini söyler. Fizyolojik ihtiyaçlar (yemek, barınma, üreme) en temel seviyedeyken, bir üst kademede sevme-sevilme, güvenme-güvenilme ve sayılma ihtiyacı gelir. Ardından, kendini gerçekleştirme ihtiyacı bulunur ve bu uzun yıllar piramidin en üst seviyesi olarak kabul edilmiştir. Ancak 2017 yılında bir araştırmacı, Maslow’un 70’lerdeki son çalışmasında piramide bir katman daha eklediğini keşfetti. Bu, kapitalist sistemin göz ardı ettiği spiritüel ihtiyaçlar ya da transandantal ihtiyaçlar olarak adlandırılan bir katmandır. Bu ihtiyaç, bireyin kendini aşarak toplum ve insanlık için bir şeyler yapma, başkalarına hizmet etme arzusunu temsil eder. Kendini aşan, başkaları için fayda sağlamaya yönelik bir yaşam sürdüren insanlar daha mutlu, daha sağlam ve geleceğe yönelik sağlıklı kararlar verebilen bireyler haline gelir.” dedi.
Psikolojik sağlamlık için küçük başarılara ihtiyaç var
PERMA modelinin beşinci ayağının Accomplishment yani “başarı” olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “İnsanların psikolojik sağlamlık geliştirebilmesi için küçük başarılara ihtiyacı vardır. Ancak bu başarılar, sadece anlık hazlar peşinde koşmakla sınırlı olmamalıdır. Futbol maçı izlemek veya müzik dinlemek keyiflidir, ancak uzun vadede bireyin gelişimine katkı sağlamaz. Stratejik ve uzun vadeli düşünen bireyler, geleceğe yatırım yaparak, kendilerini geliştirmeye odaklanırlar.” ifadesinde bulundu.
Psikolojik sağlamlık, esneklik ve dayanıklılık anlamına da geliyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kişinin hedef sahibi olmasının, kendini geliştirmek için önemli bir adım, üniversite eğitiminin de bu yolda bir araç olduğunu söyleyerek, “Başarı, sadece akademik başarıyla sınırlı değildir; hayat başarısı, sosyal ve duygusal becerilerle desteklenmelidir. Bu beceriler ise okullarda yeterince öğretilmiyor; daha çok hayat içinde, deneyimle kazanılıyor. Ancak dünya genelinde, eğitim sistemlerine sosyal ve duygusal beceriler dahil edilmeye başlandı. Türkiye’de de yeni eğitim modelleriyle bilgi yüklemenin ötesine geçiliyor; soru soran, proje üreten ve zihinsel esnekliğe sahip bireyler yetiştirilmesi hedefleniyor. Zihinsel esneklik, stresle başa çıkmada önemli bir yetenektir. Plan A başarısız olduğunda Plan B veya Plan C’yi devreye sokabilen kişiler, hayatta daha dirençli ve başarılı olurlar. Psikolojik sağlamlık, esneklik ve dayanıklılık anlamına gelir; bu özellikler sayesinde bireyler, zorluklar karşısında kırılmazlar, aksine gelişirler.”
Rekabet insanın doğasında var
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, rekabetin, insanın psikolojik doğasında var olan bir unsur olduğunu dile getirerek, “Anadolu kültürümüzde Mevlana’nın ve Yunus Emre’nin öğretileri bir bakış açısı sunar: ‘Mala, paraya, mülke, şöhrete sahip ol ama bunları kalbine alma.’ Yani, dünyaya dair her şeye sıkı sıkıya sarıl, çok çalış, ancak bunları kalbinizin merkezine koymayın. Söylemesi kolay, uygulaması zordur elbette. Eğer insan, yüksek duygular ve yüksek amaçlar doğrultusunda hareket ederse, mal, mülk, şöhret gibi dünyevi şeyler insanı yoldan çıkarmaz. Onun için bunlar insana hizmet edebilir bizim kültürümüz bunu öğretiyor. Bu nedenle şu anda duygusal zeka eğitiminde bunu öğretiyor. Pozitif psikoloji bilim dalı, Anadolu irfanından alınarak geliştirilmiş. Yunus terapi, Mesnevi terapi, aşk terapi gibi alanlara girmemin sebeplerinden birisi de bu. 2012’de o kitapları yazma ihtiyacı hissettim.” dedi.
Rekabetsiz hayat olmaz
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, akademik başarı için çalışmanın esas olduğunu kaydederek, “Çalışmak ama hedefini belirleyeceksin. Ondan sonra düzenli çalışacaksın, planlı çalışacaksın. Dikkat ve konsantre olabilmek de çok önemli. Yaptığın işe konsantre olabilen kişiler akış duygusu dediğimiz duyguyu yakalayıp saatlerce çalışabiliyorlar. Çalışmayla ilgili çok güçlü gerekçeleri var. Şimdiki yeni kuşaklar varlık içinde olduğunu düşünüyorlar. Z kuşağı, sosyal medya kuşağı. İnternet kuşağı… Varlık içinde doğdukları için kolay elde ettikleri için olgunlaşmaları daha zor. Bunun için de hedef yükseltmeleri gerekiyor. Sahip olduklarını fırsat olarak görmeleri gerekiyor. Rekabetsiz hayat olmaz. Ama rekabet yanlış anlaşılıyor. Rekabet mesela başka arkadaşınla rekabet yapmak anlaşılıyor, rekabet şirketler arasında rekabet anlaşılıyor. Rekabet, kendimizle rekabet etmektir. Başkalarıyla rekabet etmek değil.” şeklinde konuştu.
Yazılımı yabancı dil gibi öğrenmek gerekiyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yapay zekanın elektrik veya matbaa gibi önemli bir değişim aracı olduğunu ifade ederek, “Yapay zekaya karşı çıkmak yerine yapay zekayı kendi argümanımızda kullanmamız gerekiyor. Yani yazılımı yabancı dil öğrenir gibi öğrenmek gerekiyor. Yazılımla ilgili bir şeyler yapabilmeli, yaptığı işe bir yazılım katabilmeliyiz” dedi.